29 Ekim gelince, tabii ki hemen Atatürk aklımıza geliyor, Atatürk denince de gene aklımıza gelenlerin başında Eğitim gelir. Atatürk’ün ise eğitimi bu kadar önemsemesinin sebebi bir ülkenin eğitim ile yükselmesi veya çökmesidir. Bir memleketteki tahsil seviyesi ve bu tahsilin kalitesi, belki hemen değil, ama belli bir zaman süresinin sonunda, o ülkedeki hayat seviyesini çok mühim bir şekilde değiştirir. İnsanların kazancı artar, yaşama şartları iyileşir ve ülke daha medeni bir duruma girer.
Ama değişiklik sadece bu kadar da değildir, tahsilli insanların düşünce şekilleri de oldukça gelişir ve hem kendi ailesinin, hem de bütün vatandaşlarının hayat şartları da zamanla ve ölçülü bir şekilde düzelir ve iyileşir.
Ama bir ülkenin insanlarının belli bir miktarının tahsilli hale gelmesi sanıldığı kadar kolay, çabuk ve devamlı olamaz. Bir kere, bu değişikliği yapacak insanların daha önce gerekli şekilde yetişmiş olması lazımdır. Yani öğretmenlerinin de hem öğretici olması, hem de pozitif düşünen insanlar olmaları lazımdır. Sadece bu iki kaliteyi kazanmak çok uzun yıllar sürebilir.
Bir de tabii ki işin mali kısmı vardır. Öğretmen okullarını bu düşünce ile meydana getirmek, öğretmenleri geliştirmek, bilahare çocukları eğitecekleri okulları bu günkü teknolojiye uygun bir şekilde meydana çıkarmak lazımdır.
Fakat işin en zor tarafı, bütün bu kararları alacak olan insanların da aydın ve modern düşünce tarzında yetişmiş olmaları gereklidir. Eğer bu insanlar mesela orta çağda Avrupanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, daha ziyade dindar insanlar ise, okulların ekserisi ve muhtemelen de en iyileri papazlar tarafından yönetilen okullar olmuştu. Gerçi bu pek de kötü bir şey değildir, yeter ki bu okulların yöneticileri iyi niyetli ve modern kafalı insanlar olsun ve tabii yetiştirdikleri talebeler de. Ama tersi olunca, netice memleket ve insanlar için çok kötü oluyordu.
Okulların, ilkokullardan üniversiteye kadar, öğrencileri hep bir üst okula hazırlayan okullar şeklinde programlanması gerekir. Yoksa, bunun neticesi öğrenciler için maalesef çok tatsız olabilir. Mesela, bizim lisede olduğumuz zamanlar Türkiye’deki okullarda, “tasarı geometri” dersi okutulmazdı. Bunun tek istisnası Türkiye’deki Fransız okulları idi. O okullarda “tasarı geometri” dersi son sınıflarda vardı. Dolayısı ile liseden sonra Avrupada tahsillerine devam eden Türk talebelerinin ekserisi bu yüzden çok büyük zorluklar ile karşılaştılar. Yani, demek ki sadece yurt içindeki okullar arasında değil, yurt dışındaki okullar ile memleket içindeki ders programlarını birbirleri ile uygun bir şekle getirmekte de büyük fayda varmış.
Yabancı ülkelerde yapılacak yüksek eğitimi genelde sadece o öğrencilerin kendileri veya aileleri tarafından planlanır ve organize edilir. Halbuki, bu işlerin muhakkak Milli Eğitim Bakanlığının bu iş için görevlendirdiği tecrübeli ve yabancı ülkelerdeki eğitim sistemlerini iyi bilen elemanların yardımları ile organize edilmesi sağlanmalıdır. Tabii gidilmesi planlanan yabancı ülkenin lisanının da, senelerce önceden öğrenci tarafından öğrenilmiş olmasında büyük fayda vardır.
Türkiye’de de son zamanlarda pek çok yeni üniversite kuruldu, ama bir üniversitenin mükemmel bir şekilde bütün fonksiyonlarını yerine getirebilmesi ve dünya çapında bir ün kazanabilmesi için sade bizde değil bütün dünyada da çok uzun senelerin geçmesi gerekli olduğunu biliyoruz. Bu eksikliği, zeki ve becerikli elemanlar vasıtası ile sadece belli bir ölçüde tamamlamak mümkün olabilir.
29 Ekimde bu konuyu tekrar gündeme getirmemizin tek sebebi, bu işin ilk adımını Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün atmış olması ve onun çok değerli arkadaşlarının bu işin ehemmiyetini daha o günlerde görmüş ve gerekli tedbirleri almış olmalarıdır. Ama bugün gayet net olarak görüyoruz ki, hiçbir şeyin düzgün olmadığı ve bütün taşların da zaten yerinde olmadığı ülkelerde sadece eğitimi düzeltmek, tabancanın keşfinden sonra hemen atom bombasının keşfini gerçekleştirmeye çalışmaya benziyor: yani önünüze pek çok engel ve aksi fikirde olan insanlar çıkıyor. Esasında bu durumda önünüzde iki yol vardır: ya sebat ile seçtiğiniz yolda gitmekte inat edersiniz ama o zaman her nesilde Atatürk gibi ileri fikirli bir veya birkaç insanın dünyaya geleceğini garanti etmek lazım, ya da bizde olduğu gibi en az bir asır daha beklersiniz.
İkinci ihtimal ise, yurttaki bütün müesseselerin gelişmesini beklemenizdir ki, biz bu ikinci ihtimali yaşıyor ve ne kadar uzun zaman aldığını her an hissediyoruz.
Her nesilde Atatürk gibi bir büyük ve ileri görüşlü insanın gelmesini bekler isek, o zaman geçen asırın, o zamanlar Türkiye’nin de en büyük düşmanı olan ingiliz Başbakanı Winston Churchill’in bir cümlesini hatırlamamak mümkün değildir.
Winston Churchill bir konuşmasında demiştir ki:
“Her yüzyılda dünyaya ileri görüşlü ve büyük sadece bir tek adam gelir, maalesef bu büyük adam 20. Asırda Türkiye’de dünya’ya geldi, o da “Mustafa Kemal Atatürk’tür”. İşte düşmanına bile bu sözleri söyleten nadir insanlardan biri, belki de yegâne insan O’dur. Bugün sadece bizde değil bütün dünya ülkelerinde iyi tahsilli, modern bir düşünce sistemine sahip insanlara ihtiyaç vardır. Bu insanlar ise yalnız modern okullarda ve tecrübeli öğretmenlerin elinde yetişebilir. Bu ise dünyayı ve en son teknolojiyi çok iyi bilen insanlar demektir.
Umarız ki Türk milleti gelecekte de hep Atatürk’ün yolundan gider ve böylece huzura ve refaha kavuşur.