Karşı karşıya bulunduğumuz ve 2.Dünya Savaşından bu yana karşılaşılan en büyük küresel problem olarak nitelenen salgın, insan sağlığını ve geleceğini tehdit etmektedir.
Her müsibet gibi, bu da, insanlar üzerinde bin nasihatten iyi etki bırakıyor, düşünmeye sevk ediyor.
Salgının yayılmasını önlemek için nelerin zarûrî olduğu anlatıldı, tavsiyeler edildi. Eğer zarûret kavranmazsa, kamu otoritesi mecburiyet koymak zorunda kalacaktır. Geçmiş yıllarda, günümüz Türkçesinde “zorunlu” kelimesiyle karşılamaya çalıştığımız birden çok kavram, o tek kelimeyle zihinlerde berraklaşmamaktadır. Bugün yaşadıklarımızın önemli bir sebebi, durumu ifade ve kavrama konusundaki zafiyettir.
Zarûrî kelimesi zarar kökünden, mecbûrî kelimesi cebir kökünden türetilmiştir. Aradaki fark, birinin ön görülen zararı bertaraf etmek için aklı başında herkesin kendiliğinden alacağı önlemleri; diğerinin bunu bir otoritenin cebren yaptırmasını ifade etmesidir. Daha açık bir ifadeyle; ya size anlatılan tehlikeyi ve önerileri dinler, gereğini kendi iradenizle yaparsınız, ya da yapmayana şu cezayı veririm diyerek “Devlet Baba” zorla yaptırır.
İçinde bulunduğumuz dönem, zarûreti anlatan bilgeleri dinleme ve tavsiyelere uyma dönemidir. Eğer bu aşama uygarca geçilmezse, bir sonraki aşama mecburî uygulamaların önümüze konması olacaktır.
Bu olay, bize 4. Sanayi Devriminin zaruri mi, mecburi mi, ihtiyari mi olduğunu da düşündürüyor.
İnsanoğlunun bir unsur olarak sinaî işlere bedenen müdahil olması, 1. endüstri devriminden bu yana azalarak sürmüştür. Bugün 4. devrim ile sıfıra yaklaşacaktır.
Eldeki makina ve iletişim teknolojilerini kullanmadan ve geliştirmeden, sürdürülebilir bir üretimin olmayacağı belli olmuştur. Tüm yaşam tarzımız, alışılmış asgari ihtiyaçlar ve hayat ritmi gözönüne alınırsa, endüstrinin temposunu düşürmek mümkün değildir.
Bu gerçeklerden hareketle, Covid19 derdi, endüstrideki devrimi hızlandıracak; “eşref-i mahlûku” makinanın ayrılmaz parçası olmaktan çıkarıp hak ettiği yere getirecektir.
Virüsler, Endüstri 4.0 döneminin karanlık fabrikalarında üretimi durduramaz. Makinaların haberleştiği ortam, stokların ve satışların gizlenmesine izin vermez!
Bu sürecin beklenen bir başka çıktısı, “gibi yapma” alışkanlığımızın sona erişidir.
•Temizlenmiyor, “temizmiş gibi” yapıyormuşuz.
•İnsanlara değer vermekten bahsederken, “değer verir gibi” yapıyormuşuz.
•Hukuk düzenini her vesileyle delmeye çalışırken, “hukuktan yana gibi” yapıyormuşuz.
•“Devletin bir numaralı destekçisi gibi” yapıyor, ama tüm faaliyetleri kayıt dışı yani devletten gizli yapıyormuşuz.
Son maddeyi çok önemsiyorum ve testiyi kıranların, kardeşlik birlik beraberlik numarasıyla, birikmiş vergilerden sigorta primlerinden pay almaya kalkışmasını hazmedemiyorum.
Bu kez, suyu getirenle testiyi kıran ayrışmalıdır.
Bir yandan, işin geleceğe dönük ve felsefî kısmını düşünürken; öte yandan günün yaşanan gerçeklerini unutmamak zarûreti vardır. İş dünyası ve aktif çalışan nüfus olarak, her türlü emniyet kuralına uymak, hatta olması gerekenden fazla bir dikkatle ve seviyede uygulamalar yapmak durumundayız. İş güvenliği veya trafik kurallarını hiçe sayarak yaralanan kişilere sağlık siteminin zerre kadar tahammülü yoktur. Hem yaralanan, hem de hekimler için olağanüstü zorluklar çıkaracak bu kazalara karşı son derece dikkatli olalım, tedbirleri ihmal etmeyelim. Bakımları ve kontrolleri yapılmayan asansörlerin yaratacağı zorluklar veya bakımsızlık nedeniyle olacak kazalar, bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Bu felaket sırasında ve sonrasında şahsi veya sektörel fayda yaratmaya çalışmak, en hafif tabirle ayıptır. Çekleri ödememek, salgından etkilerini iş kazası sayıp sorumluluktan kaçmak, imkan varken kira ödememek gibi ekonomik zinciri kıracak her türlü kötü niyetli hareket, insanlığa karşı yapılmış olacaktır.
En kısa zamanda sıradan günlere dönmeyi dilerken, Türk Medeni Kanunun 2. maddesini hatırlatmak isterim:
Madde 2 – Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.