Hayatta bazı problemler vardır, onlar başımıza gelince hemen kurtulmak için çok acele çareler ararız. Bazen de çok fazla acele eder ve yanlışlıklar yaparız. Ferdlerin böyle hatalar yapması halinde, neticede, sadece o hatayı yapanın ailesini veya yakın çevresini ilgilendirir ama daha büyük cemiyetlerde veya ülke iktisadi hayatında bu hatalar yapılırsa o zaman neticeler çok trajik olur. Bugünlerde memleketimiz büyük bir kriz ile boğuşuyor. Bu krizin kısa bir zaman içinde bitmesi ve orta halli veya fakir ailelerin, pek iyi olmasa da, eski durumlarına bile geri dönebilmeleri çok uzun zamanlar sürecektir. Gerçi politikacıların ve yetkililerden her ay “artık düzlüğe çıktık” laflarını duyuyorsak da, halkın artık ümidi azaldı denebilir. Zaten krizin tesirlerini en evvel ve en kuvvetli hissedecek olanlar asgari ücret ile çalışanlar değil mi? Peki bu mevcut problemler nedir? ve neden kısa bir müddette düzeltilemiyor? İşte bu suale cevap verebilmek için kısaca çok yakın geçmişe yani 1 sene öncesine kadar geri gidelim. Problemler çoktur ama bir kaçını burada sayalım: Ücretler, enflasyon, işsizlik, cari açık gibi. Bu problemlerden biri, belki de en mühimi, şu dönemde ücretlerdir. Türk-İş tarafından açıklanan 4 kişilik bir aile için son açlık sınırı 2058.- TL.dir. Evli ve 2 tane de 18 yaşından küçük çocuğu olan bir aileyi misal alırsak, bu ailenin evine giren aylık para, evin erkeği asgari ücret alıyorsa, sadece 4 kişinin yiyecek masrafı olan 2115.- TL.dir. Yani geri kalan tüm masraflar yani işine gidip gelmek için vasıta, evin kirası, ısınma, su, elektrik masrafları, bu 4 insanın giyim masrafları, hastalandıklarında doktor ve ilaç masraflarının toplamı ise geri kalan 57.- TL’den karşılanmak zorundadır. Tabii ki gazete, kitap veya sinema bileti paraları gibi lüks! giderlerden hiç bahsetmeye gerek yoktur. İşte burada ciddi bir problem vardır, zira bu 4 kişinin, bırakın, medeni bir şekilde yaşaması, hayatta kalabilmesi için maalesef aynı anda çözülmesi gereken başka problemler de vardır: mesela işsizlik, enflasyon gibi. Eger bu iki canavarı da aynı anda yenemezseniz, bu ailenin en ufak bir yaşama şansı yoktur. Çünkü, mesela enflasyonu da, aylığınızdaki yaşamanız için gerekli olan miktardan geri kalan o 57.-TL.’dan karşılamak isterseniz, bu isteğinizin yerine gelme şansı sıfırdır. Enflasyon, ise herkezin değişik olarak tarif etmesi veya düşünmesi sebebi ile kimsenin doğru olarak anlayamadığı bir nosyon olmaya devam etmektedir. TÜİK’in her ay ilan ettiği enflasyona esasında Manşet Enflasyonu denir. Bu enflasyon senelik veya aylık olarak hesaplanır ve bu hesaplama şöyle yapılır: mevcut senelik enflasyona, yeni ayın enflasyonu ilave edilir ve geçen senenin aynı ayının enflasyonu da bu rakkamdan çıkarılır. Bir ay önce hesaplanmış olan senelik enflasyona yeni ayın enflasyonunu ilave edip bir sene önceki eskisinin çıkarılması da Baz Effekt veya Baz tesiri olarak isimlendirilir. Bu enflasyon bir senelik enflasyonun sadece bir hesap şeklidir. Enflasyonun esas tarifi ise fiyatların genel olarak sürekli artışı demektir. Ama “herkezin kendine özel bir enflasyonu vardır” diye meşhur bir lafı da herkes bilir. Tabii ucuz malın ve pahallı malın, komple ithal mal ile yerli malın fiyatlarının da değişik bir enflasyona tabii olması da maalesef sık sık görülmektedir.Ama öbür yandan hesaplanan enflasyon ile resmi enflasyon arasında da çok önemli bir fark olduğunu da sık sık görüyoruz. Mesela son hesaplanan senelik enflasyonun tek haneli olmasına rağmen Birleşik Kamu İş’in hesapladığı gıda maddelerindeki artış ise %36,9. Onlar da bu enflasyonu Halkın Gerçek Enflasyonu olarak adlandırıyorlar. Muhtelif hesap şekillerine göre değişik neticeler elde edilmesi normaldir, ancak sanırım bu kadar farklı da olmaması gerekir. Bir başka problem ise işsizliğin devamlı olarak artmasıdır. TÜİK’e göre haziranda işsizlik oranı %13 oldu. Bie sene önce haziranda ise bu oran %10,2 idi. Bir iddia’ya göre işsiz sayısı 7 milyon kişiyi buldu. Yani bu 7 milyon kişi yukarda bahsi geçen asgari ücreti bile alamıyorlar. Maalesef bu işsizlik problemi kısa bir müddet içinde ve küçük bir masraf ile halledilecek bir konu değildir. Çünkü bu probleminde çözülmesi için eğitim, okullar, öğretmenler, büyük fabrika veya işletme yatırımları ve çok büyük paralara ihtiyaç vardır. Tabii para yani sermaye ihtiyacı da çok büyük bir problemdir. Son senelerde cari açığın ne kadar yüksek olduğunu gazetelere her bakışda görüyoruz. Yani yukardaki problemleri çözebilmek için yurt dışından borç mu alacağız? Ya da memleketimizde de petrol çıkması için dua mı edeceğiz? Bunlardan birincisi mümkün değildir, ikincisi ise petrol varsa bile istenilen miktarın çıkarılması en az 50 sene sürer. Ama çözülmesi en zor olan bütün problemlerin kısa bir zamanda çözülmesidir. Çünkü bütün bu problemlerin ve hatta burada sayılmayanların da birbirleri ile çok yakın ilişkileri vardır. Yani, birini çözdüm, bu düzeldi demenin manası yoktur, ya hepsi birlikte düzeltilir ya da hiçbiri düzeltilemez ve senelerce sürüncemede kalır. Mesela cari açık problemini çözmek yerine, yurt dışından borç alıp, ödemesi çok zor olan faizleri bile ödeyemeyip memleketi büyük dertlere duçar etmek gibi. Mesela eğitim sistemini düzeltmeden bir sanayi ülkesi olmayı istemek gibi. Mesela fabrikalar kurmadan işsizliği halledeceğimizi sanmak gibi. Mesela yalnızca faizi indirerek, enflasyonu halledeceğimizi sanmak gibi. Ve aslında daha pek çoğu gibi bu problemler birbirlerine sıkı sıkı bağlıdırlar. Ya hepsi çözülür ya da her birkaç senede bir, biri veya birkaçı ile memleketin başı dertde girer. Bu problemleri çözmek imkansız değildir, yeterki elde yeter miktarda bu konuların uzmanları olsun. İyi bir idareci onları idare edip bütün konuları çözebilir. Ancak yeterli zaman da mevcut olmalıdır. Belki tek yerine koyamayacağımız tek şeyin zaman olduğunu artık anlamalıyız.